

Miras Hukukunun temel yapı taşlarından biri olan külli halefiyet ilkesi, mirasçıların murisin tüm malvarlığına (aktif ve pasif unsurlarıyla birlikte) herhangi bir işlem ya da kabul beyanına gerek olmaksızın doğrudan ve kendiliğinden hak kazanmasını sağlar. Ancak bu ilkenin doğal bir sonucu olarak mirasçılar, miras bırakanın borçlarından da şahsi malvarlıklarıyla sorumlu hâle gelmektedir. Tam da bu noktada, Türk hukuk sisteminde mirasçıların aşırı borç yükü altına girmesini engellemek amacıyla düzenlenmiş olan mirasın reddi kurumu devreye girer.
Türk Medeni Kanunu, murisin ölümüyle birlikte terekenin mirasçılara doğrudan geçeceğini öngörmektedir. Bu geçişin gerçekleşebilmesi için mirasçıların açık bir kabul beyanında bulunmasına gerek yoktur; zira mirasçılık sıfatı kanunla doğar. Bu kapsamda, miras yalnızca alacaklar yönünden değil, borçlar bakımından da bir bütün olarak intikal eder. Yani, mirasçılar murisin sadece alacaklarını değil, borçlarını da üstlenirler. Bu borçların, terekenin pasifini aşması durumunda ise mirasçıların şahsi malvarlıklarıyla sorumlu hale gelmeleri kaçınılmaz olur. Mirasçıların bu ağır sorumluluktan kaçınabilmeleri için öngörülmüş olan reddi miras müessesesi yasal hem atanmış (iradi) mirasçılar bakımından geçerlidir. Mirasçı sıfatının kazanılmasından sonra, mirasçıların murisin son yerleşim yerindeki Sulh Hukuk Mahkemesi’ne başvurarak yazılı ya da sözlü beyanla mirası reddetmeleri mümkündür.Hukuki sistemimizde kısmi miras reddi mümkün değildir.
Mirasın, birinci derece yasal mirasçılar tarafından tamamen reddedilmesi halinde miras, ikinci derece mirasçılara geçmeyecektir. Türk Medeni Kanunu’nun 612. maddesi uyarınca, bu durumda tereke bir bütün olarak devlet denetiminde tasfiyeye tabi tutulur. Tasfiye süreci, iflas hükümlerine göre yürütülmekte ve borçlar ödendikten sonra artan bir değer söz konusu olursa, bu değer sanki mirasçılar mirası reddetmemiş gibi doğrudan ilk derece mirasçılara intikal etmektedir. Bu uygulama, hem alacaklıların korunması hem de olası değer kaybının önlenmesi açısından sistemli bir çözüm sunmaktadır.
Mirasın reddi konusundaki karar, genellikle terekenin borca batıklığına ilişkin bir değerlendirmeye dayanır. Her somut olayda, terekenin borçlarını karşılayıp karşılayamayacağı titizlikle analiz edilmelidir. Eğer murisin borçları malvarlığını aşmıyorsa, mirasın reddi genellikle tercih edilmez. Ancak borçların baskın olduğu durumlarda, reddi miras hakkı mirasçılar için ciddi bir mali koruma aracı haline gelir. Ne var ki, birinci derece mirasçılar mirası reddetse bile, eğer tasfiye neticesinde artan bir değer kalırsa, bu artık değer doğrudan kendilerine dönecektir.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 20.12.2010 tarihli, 2010/15137 Esas ve 2010/20977 sayılı kararı, bu konuda emsal niteliğindedir. Söz konusu kararda, mirasın reddedilmiş olması durumunda dahi terekenin tasfiye edileceği ve tasfiye sonunda artan bir kısmın, birinci derece mirasçılara verileceği açıkça ifade edilmiştir. Bu yaklaşım, kanun maddesiyle paralel olup reddin yalnızca borçlardan kurtulmayı amaçladığını; mirasın tümüyle elden çıkarılması anlamına gelmediğini ortaya koymaktadır.
Mirasın reddi, Türk miras hukukunda hem mirasçıları borç yükünden koruyan hem de hukuki istikrarı sağlayan önemli bir kurumdur. Bu düzenleme sayesinde, mirasçılar istemedikleri veya taşıyamayacakları bir yükün altına girmekten kurtulurken, alacaklıların da tasfiye yoluyla haklarını elde etmesi mümkün kılınır. Külli halefiyet ilkesinin yarattığı sorumluluk dengesinin sınırlarını çizen reddi miras müessesesi, özünde miras hukukunun en adil çözümlerinden birini temsil etmektedir.