İlk Haksız Hareketin Kimden Geldiğinin Belirlenemediği Durumlarda Haksız Tahrik Hükmünün Uygulanması

    Ceza hukukunun en temel ilkelerinden biri olan “şüpheden sanık yararlanır” (in dubio pro reo) ilkesi, yalnızca maddi olayların tespitine ilişkin değil, aynı zamanda ceza sorumluluğunu etkileyen hukuki müesseselerin uygulanmasında da belirleyici bir işleve sahiptir. Bu bağlamda, failin cezasında indirim yapılmasına imkân tanıyan haksız tahrik kurumu ile şüpheden yararlanma ilkesi arasında özel bir ilişki kurulması gerekir. Özellikle ilk haksız hareketin kimden kaynaklandığının belirlenemediği durumlarda, bu iki ilkenin kesişiminde beliren hukuki değerlendirme problemi, ceza yargılamasının hem maddi hakikate ulaşma hem de adil yargılanma hedefleri açısından önemlidir.

Bu çalışmada, ilk haksız hareketin kimden geldiğinin tespit edilemediği durumlarda, Türk Ceza Kanunu’nun 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik hükmünün ne şekilde uygulanması gerektiği, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi çerçevesinde, Yargıtay kararları ışığında incelenmekte; uygulamadaki farklılıkların sistematik ve normatif bir değerlendirmesi yapılmaktadır.

Haksız Tahrik Kurumunun Yapısal Çerçevesi

Türk Ceza Kanunu’nun 29. maddesi, failin haksız bir fiil karşısında öfke veya elem etkisiyle suç işlemesini, cezanın indirimi sebebi saymıştır. Haksız tahrikin varlığından söz edilebilmesi için üç temel unsurun birlikte gerçekleşmesi gerekir:
1. Fail yönünden ağır elem veya şiddetli hiddet hali,
2. Bu ruhsal tepkinin haksız bir fiille doğrudan bağlantısı,
3. Suçun bu psikolojik etki altında işlenmiş olması.

Bununla birlikte, haksız tahrik hükmünün uygulanmasında en çok sorun yaşanan hususlardan biri, tahrike yol açan ilk haksız hareketin kime ait olduğunun tespit edilememesi hâlidir. Özellikle tarafların karşılıklı eylemlerde bulunduğu olaylarda, kimin “ilk” haksız fiili gerçekleştirdiği, haksız tahrik hükmünün uygulanma oranını doğrudan etkilemektedir.

Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi ile Haksız Tahrik Arasındaki Teorik Bağlantı

Ceza muhakemesi hukukunun temel ilkelerinden biri olan “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi, yalnızca sanığın suçluluğuna ilişkin şüpheleri değil, ceza miktarını etkileyen unsurlar konusundaki belirsizlikleri de kapsar. Bu nedenle, ilk haksız hareketin mağdurdan mı yoksa sanıktan mı kaynaklandığı konusunda tam bir açıklık yoksa, bu belirsizlik doğrudan sanık lehine değerlendirilmelidir.

Burada önemli olan nokta, mahkemenin failin fiilini haksız tahrik altında işleyip işlemediğine ilişkin değerlendirmesini, salt eylemlerin değil, aynı zamanda bu eylemlerin sıralamasına ilişkin somut ve kesin delillere dayandırması zorunluluğudur. Aksi halde, fail aleyhine soyut varsayımlarla sonuç doğurmak, hukuk devleti ilkesine de aykırılık teşkil eder.

Yargıtay Uygulamasındaki Yorum Farklılıkları

Yargıtay içtihatlarında bu meseleye ilişkin çelişkili kararların varlığı dikkat çekmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 22.10.2002 tarihli kararı, ilk haksız hareketin kaynağının belirlenemediği hâllerde failin “hafif tahrik” altında hareket ettiğinin kabulü gerektiğini belirtmiş ve asgari oranda (1/4) indirim yapılmasını uygun bulmuştur. Bu yaklaşım, fail lehine bir değerlendirme yapılmakla birlikte indirimin sınırlandırılması bakımından takdir yetkisini daraltan bir sonuç doğurmaktadır.

Buna karşılık, YCGK’nın 21.09.2021 tarihli kararı, tarafların karşılıklı silahlı çatışmaya girdikleri, ancak ilk saldırının kime ait olduğunun belirlenemediği bir olayda, meşru savunmanın koşulları oluşmadığından bahisle azami oranda (3/4) haksız tahrik indirimi yapılmasını kabul etmiştir. Bu yaklaşım, somut olayın özelliklerine göre geniş yorum yapılabileceğini göstermekte ve mahkemenin takdir alanını genişletmektedir.

Yine de, 2021 kararının normatif kural haline gelmediği, sonraki tarihli pek çok kararda yeniden 2002 tarihli içtihadın esas alındığı ve asgari oranda indirim uygulandığı görülmektedir. Bu durum uygulamada bir içtihat birliğinin henüz sağlanamadığını göstermektedir.

Normatif Değerlendirme ve Öneriler

İlk haksız hareketin kimden geldiğinin belirlenemediği hâllerde haksız tahrik hükümlerinin uygulanmaması, cezanın fail aleyhine ağırlaştırılması sonucunu doğurur. Bu ise hem şüpheden sanık yararlanır ilkesine hem de orantılılık ilkesine açıkça aykırıdır. Şüphenin sanık lehine yorumlanması gerektiği kabul edildiğinde, haksız tahrik indiriminin uygulanması zorunlu hâle gelir. Ancak her somut olayın kendine özgü özellikleri itibariyle değerlendirilmeye alınması gerekliliği de yargılamada izlenecek yolda en adil neticeyi doğuracaktır.

Ancak indirimin oranına ilişkin sabit bir kural konulması, mahkemenin TCK m.29’daki takdir yetkisini sınırlar ve hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurabilir. Mahkeme, olayın özelliklerine göre mağdurun eyleminin ağırlığı, failin psikolojik durumu, olayın gelişim biçimi gibi tüm unsurları değerlendirerek, indirim oranını serbestçe belirlemelidir.

Yargıtay bu konuda yeknesaklık sağlayacak şekilde “şüphe halinde haksız tahrik indirimi uygulanır, oranı ise olayın özelliklerine göre belirlenir” şeklinde bir içtihat geliştirmelidir.

İlk haksız hareketin kimden kaynaklandığının tespit edilemediği ceza yargılamalarında, failin haksız tahrik hükümlerinden yararlanıp yararlanamayacağı ve hangi oranda yararlanacağı, hem maddi ceza hukuku hem ceza muhakemesi hukuku bakımından önemli bir meseledir. Yargıtay kararları arasında görülen farklılıklar, içtihat birliği sağlanması ihtiyacını ortaya koymaktadır. Elbette şüphe halinde haksız tahrik indiriminin uygulanması zorunludur. Fakat indirimin oranı, somut olayın özelliklerine göre belirlenmelidir. Böylece hem failin cezalandırılmasında adalet sağlanacak hem de hukuk devleti ilkesiyle bağdaşan bir uygulama oluşturulacaktır.
 


WhatsApp
Hemen Ara